9 Aralık 2012 Pazar

Twitter'ım, bitmeyen sevdam...



Herşey, bir tanıdığımın twitter hesabım olmadığını öğrendiği an bana 'pislikmişim' gibi bakıp 'peki olaylara tepkini nasıl gösteriyorsun?' diye sormasıyla başladı.
Gözlerimi kısıp, ufka doğru derin bir bakış fırlatarak "Bazen susmak en iyi cevaptır, dostum" diye kıvırmaya çalıştım fakat arkadaş haklıydı. Dünya zor zamanlardan geçiyordu ve benim olan bitenler karşısında göstereceğim tepkilere ihtiyacı vardı insanların. Üstelik dünyayı hep başkaları kurtarıyordu. Ben ise hazıra konuyormuşum gibi hissediyordum kendimi son zamanlarda. Neydim ben? İşe yaramaz bir asalak mı, kendi dertlerinden başını kaldırıp etrafına bakmayan aciz bir mahluk mu? Kısacası ayıp oluyordu. Artık toparlanmamın zamanı gelmişti.
Tabi bunun için önce bir adet akıllı telefon edinmem lazımdı. Eski telefonum fazla akıllı sayılmazdı. Aslında ders çalışsa zehir gibiydi fakat çalışmıyordu kerata. Ben de baktım okumaya niyeti yok, verdim tamircinin yanına çırak olarak, en azından bir meslek sahibi olur diye düşündüm. Kendime de süpersonik yeni bir cep telefonu aldım en afillisinden.
Telefon işi de tamamdı. Geriye twitter denilen meretin tam olarak ne olduğunu öğrenmek kalıyordu. Bu işlerde mahir bir dostumun kapısını çaldım. Elinde ayfonu, yüzünde 'twiti birkaç kez ritivit olmuşlara özgü aptal bir tebessüm'le karşıladı beni. 
"Benim acilen twitter öğrenmem gerek, bana bütün bildiklerini öğret Rıza" dedim.
"O iş kolay, merak etme, diyeceklerimi uygula yeter" dedi en havalısından.
Ve başladı sıralamaya:

"İşe 'sofistike gibi' bir profil fotoğrafı çekerek başla, fotoğraf makinesini gözüne dayayarak verirsen pozunu, daha etkili olur" dedi.
   
Nedenini anlamasam da peki dedim. Ne de olsa karşımda bir sosyal medya gurusu vardı. Bir bildiği vardı elbet.
 "Müdürün, genel müdürün, patronunun ve de etrafta 'başarılıymış gibi' davranan kim varsa takipçisi ol ve twitlerini retweetle, ne yazdıklarına bakmana gerek yok" dedi.
"Gittiğin restoranları ve yiyip içtiklerini şurda burda kahvaltı keyfi, boğazda çay sefası filan yazıp paylaş. Mümkünse fotoğrafla birlikte ver. 
"Kelime oyunları yap, zekiymiş gibi espriler üret, absürt olsun"
"Gündemi iyi takip et, tespit üstüne tespit şey yap"
"Metrobüs ve İstanbul trafiği hakkında yorum yap, terörü lanetle, cumhuriyeti koru, küçükleri sev büyükleri say, mevsimine göre havadan sudan muhabbet et"
"Ölen bir sanatçı varsa, kişisine göre şarkısını, filminden bir sahnesini ya da kitabından bir cümlesini paylaş. "Her ölüm erkendir ama seninki çok erken oldu be .... abi" filan yaz. 
"Kütüphaneden kitap alıp yanına da bir bardak çay (ince belli olsun) koyup fotoğrafını çek ve çay eşliğinde .... okumanın tadı bir başka" yaz. 
"Ve en önemlisi ne yazarsan yaz sonuna üç nokta koy"
Sonuncusundan gerçekten birşey anlamadım ama itiraf edeyim çok etkilendim.Çünkü kulağa çok hoş geliyordu. Kesin çok önemli bir ayrıntıydı. 
"Eee tamam çok kolaymış" deyip Rıza'nın evinden ayrıldım ve ertesi günü beklemeye koyuldum. İçim içime sığmıyordu. Sabahı zor ettim. Kalkar kalkmaz ilk işim profil fotoğrafı çektirmeye girişmek oldu. Fakat evde herhangi bir insan evladını sofistike gösterecek bir fotoğraf makinesi yoktu. Üst katımızda oturan Zekai amcanın büyük oğlu Durmuşcan'ın çok havalı bir makinesi olduğu aklıma geldi. Hemen yukarı çıktım. Kapıyı Sabahat Hanım Teyze açtı.
"Sabahat Teyze annem varsa bir bardak profesyonel fotoğraf makinesi istiyor" dedim. 
"Ay oğlanın vardı ama o da arkadaşlarıyla çıktı yavrum kusura bakma. Karbonat vereyim o da aynı işi görür" dedi.      
Büyük bir hayalkırıklığıyla eve döndüm ve annemin yorgan dolabının altındaki ayakkabı kutularının içinde sakladığı 90'lı yıllardan kalma kodak marka filmli ince uzun dikdörtgen şeklindeki fotoğraf makinesini alıp babamın eline de ayfonu tutuşturarak fotoğrafımı çekmesini istedim. Babam tipik bir Türk babasıydı, yani fotoğraf çekmeyi bilmiyordu. Koca karede beni koyacak bir yer bulamamıştı. Çenemin hemen yukarısından kadraja alınan kafam, fotoğrafın sağ alt köşesinde küçücük bir yer bulabilmişti, gerisi ise kocaman bir boşluktu. Yapacak birşey yoktu. 

Fotoğraf işi çok uzamıştı. Vakit öğleyi geçmişti bile. Türkiye'de neler olmuş bitmiş diye internete girdim. Şansıma o gün gündem hiç olmadığı kadar sakindi. Ne başbakan bir dizi hakkında görüş bildirmiş ne de bir tiyatrocu başörtüsünden rahatsız olduğunu ifade etmişti. Ortada kınanacak bir terör saldırısı neyim de yoktu. Çaresiz ben de Fransa'daki banliyö olaylarından bahsettim. "Fransız göçmenleri ayaklanmaya iten en önemli unsur, aslında göçmenlerin Fransa’daki yaşam koşullarında aranmalıdır..." diye tweet attım. Twitim anında ritivit olmuştu. İçim içime sığmıyordu. 

Sonra Rıza'nın üzerinde önemle durduğu 'patronu takip işi'ne giriştim. Arama çıbığına 'Fahri Cebişişkin' yazıp çıkan ilk kişiyi takip etmeye başladım ve ne yazarsa yazsın retweetleyip arada sırada da 'haklısın abi' diye yorum yaptım. 

Geriye bir restorana gidip yediğim içtiğimin fotoğrafını çekme işi kalmıştı. Ancak pahalı ve şık bir restorana gidemeyeceğim kadar ay sonuydu. Ben de mecbur köşedeki Kardeşler Pide Salonu'na gidip soğanlı kıymalı kır pidesinin fotoğraflarını çekip "Ne kadar şık bir restorana gidersem gideyim, gittiğim her yerde Kardeşler Pide Salonu'nun kır pidesini arıyorum..." yazıp tweet attım. 

Sonra patronum olacak adamın bir kaç tweetini daha retweet ettim. 'çok haklısınız, müthiş bir tespit...' filan yazmayı da ihmal etmedim. Planım saat gibi işliyordu. 


Kitap-çay ikilisinin fotoğrafını da çekersem işim bitiyordu. Kütüphaneden rastgele aldığım kitabı çay bardağının yanına koyup ayfonumla bu anı ölümsüzleştirdim. 

Yorgun düşmüştüm. Kafamı koyduğum yerde uyumuşum. Rıza'nın telefonu ile uyandım. 

"Abi sen twitter'a bulaşma istersen" dedi. 
"Hayırdır, ne oldu?" dedim. 
"Fransa'daki banliyö olaylarından bahsetmişsin. 3 sene önceki olay o. Bütün internet siteleri 'Fransa'da banliyö olayları yeniden patlak verdi" diye son dakika geçmiş. Sosyal medya karıştı abi. Bir de patronun diye başka bir Fahri Cebişişkin'i takip etmişsin. O da ünlü playboy. "Elinden uçanla kaçan kurtuluyor" diye nam salmış. Çayın yanına koyduğun kitap da Ana Britannica abi. Absürt espri yap dedim Temel fıkrası anlatmışsın. Üstelik 140 karaktere de sığmamış. Pide salonuna ise hiç değinmiyorum" 

Çok moralim bozulmuştu. Buralardan sessizce çekip gitme vakti gelmişti. Feysbuk neyime yetmiyordu. Bir daha dönmemek üzere Twitter'den sayn aut yapıp, feysbuk'a sayn in yaptım. Feyste beni kırmızı kırmızı yanan bir adet arkadaşlık isteği bekliyordu. Heyecanla tıkladım arkadaşlık isteğinin üzerine. Çıkan mesaj: "Fahri Cebişişkin arkadaşın olmak istiyor"du

Nur topu gibi bir sapığım olmuştu...




 





5 yorum:

Zekai Altun dedi ki...

Kaliminize sağlık, Sosyal paylaşım sitesinin üstü örtülü kalmış gizli saklı gerçekler bu kadar mı güzel ince belli şekilde aydınlığa kavuşturulur... bu arada benimde Boğaza nazır ince belli bardakla bir paylaşımım vardı... konuyu güzel yakalamışsınız..:)

ÖZ HAKİKİ GÜNLÜK dedi ki...

Eyvallah üç nokta:-)

fersah dedi ki...

:) gülmekten tam da okuyamadım ama çok güzel olmuş...

ÖZ HAKİKİ GÜNLÜK dedi ki...

Eyvallah hocam. Okuyun ama siz yine de:)

Betül dedi ki...

Neşelenmek istediğimde açıp bu yazıyı okuyorum. Dört oldu :) Sen olmasan beni kim güldürecek öz hakiki günlük ;)