28 Ağustos 2013 Çarşamba

Türk'ün Beyaz Türk'ten başka dostu yoktur!


-İşte o gün anladım, Türk'ün Türk'ten başka dostu yokmuş. Bizi bizden başkası düşünmezmiş.

-Hangi gün? Ne anladın? Ne diyosun Sırrı abi. Doğru düzgün anlatsana be adam.

-Ya bi dur Allahını seversen. Patlama, anlatcaz heralde. İki kelime edebiyat yaptırmıyorsunuz adama. Hah anlatıyorum işte dinle. 

Sene 2001 ya da 2002. 10 yıldan fazla oluyor yani. 40-50 kişilik bir üniversiteli grubu ile Mardin'e bir gençlik kampına gitmiştik. Gezi kapsamında çeşitli ziyaretler yapıyorduk. Şehrin doğal fonunun da etkisiyle Mardin'in dar sokaklarında Danimarka prensesi gibi dolaşan bazı arkadaşlar bir yandan çocukların başını filan okşayıp bir yandan da evlerinin önünde efendi efendi oturan kadınlara yalandan birkaç kelam edip kendilerini acayip havalı bir o kadar da elit hissediyorlardı. Kadınların arkasından ‘İşte Anadolu kadını. Hayatın bütün çilelerini, derin birer çizgi halinde yüzlerinde de taşıyorlar.’ gibi garip cümleler kuruyorlardı. Otobüste bulunduğumuz vakitlerde sönme eğilimine giren egonun normal haline dönmesi için ise 'sağa sola, çoluğa çocuğa, çobana, koyuna, uçan kuşa, esen yele filan el sallıyorduk. 

O zamanlar djital fotoğraf makineleri ve akıllı telefonlar henüz piyasaya çıkmadığından 'sümüklü, kirli suratlı, renkli gözlü yoksul çocuk' fotoğrafı çekip facebook'ta, instagramda paylaşma modası da tam olarak başlamamıştı. Dolayısıyla hala kendimizi yeterince elit hissedemiyorduk. Daha başka şeyler yapmamız lazımdı. Ne bileyim vurucu bir cümle, şaşırtıcı bir hamle olabilirdi bu. Beklenen hareket grubun en 'beyaz' üyesinden geldi. Yalan olmasın ismi Gözde miydi Buse miydi tam olarak hatırlamıyorum. Biz Gözde diyelim geçsin. Gözde, ODTÜ'de sosyoloji bölümünde okuyordu. Çalışan ebeveynlerinin kendisi ile geçirdiği 'kaliteli zaman'lar sayesinde 'özgüveni yüksek' yetiştirilmiş mutlu azınlıktan bir gençti. Gözde'nin hiç bir şey yapması ya da bilmesi gerekmezdi. Giyimi, tavrı ve çağdaş görünümü ha bir de diş teli sayesinde 'zengin' dolayısıyla toplumun her durumda 'saygı gören' kesimindendi. Hakkını yemeyelim, boş bir kız da değildi. İçinde 'kozmopolit, arkaik, postmodern' gibi kelimelerin geçtiği cümleler kuruyordu sonuçta.

Efendime söyleyeyim, kamp programı dahilinde Mardin'in taş evlerinden birini ziyaret edecektik. Gideceğimiz yer, oradaki bir yerel yöneticinin evi olarak belirlenmişti. Gözde'nin üzerinde yine kendisini 'aşırı sofistike' gösteren kıyafetler vardı. Oldukça kısa bir şort üstüne giydiği ince askılı tişörtün üzerine şöyle bir saldığı yöresel örtü ile Mardin sokaklarında salınırken çocukların 'hello, madam' filan demesi karşısında gizli bir sevinçle karışık şaşkınlık yaşamıştı. Gözde, zengin de olsa sonuçta Türk'tü ve her Türk gibi yabancılara benzetilmekten dolayı kıvanç duymuştu. 'Ahh çocuklar biz de Türk'üz, merhaba merhaba' dese de çocuklar ingilizcede bildikleri iki kelimeyi tekrar edip duruyorlardı. El sallama ve baş okşama nöbetleriyle geçen kısa gezintimiz sonunda konuk olduğumuz eve vardık. Sağolsunlar bizi çok iyi ağırladılar. Evin hanımı da toplumun beyaz Türk olmasa da ‘sosyalist’ kimliği sayesinde toplumun sofistike kesiminde kendine bir yer bulmuştu. Mardin’in havası suyu mimarisi hakkında yeterince geyik yaptıktan sonra sıra ‘geri bırakılmış halk’a geldi. Herkes inanılmaz üzgündü. Nasıl olur da toplumun bir kesimi bu kadar ihmal edilirdi? Sosyal eşitsizlik nasıl olur da bir devlet politikası haline gelirdi?
Çocukların bu kadar duyarlı olmaları karşısında elbette çok şaşırdım. Bir gün önce havuz başında çılgınlar gibi eğlenirlerken bir yandan da demek ki bunları düşünmektelermiş meğer. Söz söyleme sırası Gözde’ye gelmişti. Yöresel örtüsünü şöyle bir savururken bir yandan da şu cümleyi kurdu: “İnanır mısınız bizi turist sanıyorlar. Üstümüzdeki kıyafetlerden olsa gerek. Ama böyle böyle alışacaklar. Bizim gibi insanları göre göre normalleştirecekler bunları” Gözde, birden Irak’a medeniyet götürmek için yola çıkan Bush’a dönüşmüştü. Ben ise sıradan bir kot pantolon üzerine giyilmiş gömlekten oluşan kıyafetimden utanmıştım. Evet neydim ben? Bu çocuklar toplum için birşeyler yapmaya çalışırken ben ne yapmıştım? Kocaman bir HİÇ. Halbuki bi şort olsun giyebilirdim.  
Aradan yıllar geçti. Mardin’e yeniden yolum düştü. Mardin her zamanki gibi büyüleyiciydi. Şu ‘gündüz mezarlık, gece gerdanlık’ sözleriyle tasvir edilen meşhur manzarası önünde fotoğraf çektirmek istedim. Karşıdan gelen ve dış görüntüsüyle turist olduğuna yemin edebileceğim hanımefendiye ‘excuse me. Could you take a photo of me, please’ diyerek fotoğraf makinemi uzattım. ‘Tabi ne demek, gülümseyin’ dedi. Fotoğrafımı çekti, arkasından ‘hello, hello, madam’ diye bağıran çocuklarla birlikte yürüyerek gözden kayboldu.

Aklıma bir anda Gözde geldi. Gözde’nin idealleri gerçekleşmemişti. Mardin aynı Mardin’di. İnsanlar alışmamıştı. Yerel halkı bırak ben bile henüz ayırt edemiyordum turistle Türkü. Başta benim ve bütün Anadolu halkının daha aydınlanması için çok zaman gerekti. ‘Zavallı Gözde’ diye düşünürken bir başka genç kız geldi ‘sorry, do you speak english’ dedi. ‘Yaaa bırak dalga geçme. Ben bilmiyor muyum Türk olduğunu. O numarayı bir kez yerim’ dedim. Kız şaşkın şaşkın yüzüme baktı. ‘How can I go to the city center?’ dedi. ‘Anaa valla turist galiba lan bu’ dedim. Üzerinde uzun bir pantolon ve gayet sade bir t-shirt vardı.

Aklıma yeniden Gözde geldi. Kızcağız ‘Anadolu medenileşsin, geri kalmasın’ diye uğraşırken ecnebi buraya uyum sağlamıştı. Yani kolay yolu seçmişti. İşte elin turisti ne anlar dıTürkiye’nin gerçek sorunlarından. Türkün Türkten başka dostu yok arkadaş’ dedim kendi kendime.

Karşıma yaşı yetmişi aşmış yüzü kırış kırış bir teyze çıktı. “Ah be anacım yaşadığın çileler ,zorluklar yüzündeki alnındaki yanağındaki çizgilerde saklı. Hayatın bütün yükü de sırtını eğmiş, omuzlarını düşürmüş. Ah benim çileli Anadolu insanım” dedim, Gözde'yi düşünerek. “Yok oğul, o çizgiler güneşten. Buranın havası kurudur, güneşlidir. Eee yaş da yetmişi geçti. Sırtımdaki kambur da iltihaplı romatizma var bende ondan” dedi. Peki ya o gözlerindeki öfkenin ve umutsuzluğun birbirine karıştığı derin bakış? diye sordum. "O da katarakttan" dedi. 'Ya teyze bi git örselen öyle gel" dedim. Gitti.
Gözde'ye ne mi oldu? Ne olacak ODTÜ'den sınıf arkadaşı Bora ile evlenip Cihangir'e yerleşmiş. Bazen yani çok nadiren o da işi gereği ihmal edilmiş Anadolu insanını düşünüp dertleniyorlarmış birlikte.     

 

         

 

2 yorum:

ömer dedi ki...

Guzel yazi, tebrikler. Beyaz Turluk gostergeleriyle ilgili de bir yazi bekleriz sevgili yazar. Beyaz Turklugun alamet-i farikasi nedir? Bir bakista sip diye nasil taniriz beyaz Turkleri? Olmak isteyip de olamayanlar nasil taklit edebilirler?

ÖZ HAKİKİ GÜNLÜK dedi ki...

İstemek başarmanın yarısıdır sevgili ömer. Çok çalışırsan yapamayacağın birşey yok:)