-İşte o gün anladım, Türk'ün Türk'ten başka
dostu yokmuş. Bizi bizden başkası düşünmezmiş.
-Hangi gün? Ne anladın? Ne diyosun Sırrı abi. Doğru düzgün anlatsana be adam.
-Ya bi dur Allahını seversen. Patlama,
anlatcaz heralde. İki kelime edebiyat yaptırmıyorsunuz adama. Hah anlatıyorum
işte dinle.
Sene 2001 ya da 2002. 10 yıldan fazla
oluyor yani. 40-50 kişilik bir üniversiteli grubu ile Mardin'e bir gençlik
kampına gitmiştik. Gezi kapsamında çeşitli ziyaretler yapıyorduk. Şehrin doğal
fonunun da etkisiyle Mardin'in dar sokaklarında Danimarka prensesi gibi dolaşan
bazı arkadaşlar bir yandan çocukların başını filan okşayıp bir yandan da
evlerinin önünde efendi efendi oturan kadınlara yalandan birkaç kelam edip kendilerini
acayip havalı bir o kadar da elit hissediyorlardı. Kadınların arkasından ‘İşte Anadolu kadını. Hayatın bütün çilelerini, derin
birer çizgi halinde yüzlerinde de taşıyorlar.’ gibi garip cümleler kuruyorlardı.
Otobüste bulunduğumuz vakitlerde sönme eğilimine giren egonun normal haline
dönmesi için ise 'sağa sola, çoluğa çocuğa, çobana, koyuna, uçan kuşa, esen yele
filan el sallıyorduk.
O zamanlar djital fotoğraf makineleri ve
akıllı telefonlar henüz piyasaya çıkmadığından 'sümüklü, kirli suratlı, renkli
gözlü yoksul çocuk' fotoğrafı çekip facebook'ta, instagramda paylaşma modası da
tam olarak başlamamıştı. Dolayısıyla hala kendimizi yeterince elit
hissedemiyorduk. Daha başka şeyler yapmamız lazımdı. Ne bileyim vurucu bir
cümle, şaşırtıcı bir hamle olabilirdi bu. Beklenen hareket grubun en 'beyaz'
üyesinden geldi. Yalan olmasın ismi Gözde miydi Buse miydi tam olarak
hatırlamıyorum. Biz Gözde diyelim geçsin. Gözde, ODTÜ'de sosyoloji bölümünde
okuyordu. Çalışan ebeveynlerinin kendisi ile geçirdiği 'kaliteli zaman'lar
sayesinde 'özgüveni yüksek' yetiştirilmiş mutlu azınlıktan bir gençti.
Gözde'nin hiç bir şey yapması ya da bilmesi gerekmezdi. Giyimi, tavrı ve çağdaş
görünümü ha bir de diş teli sayesinde 'zengin' dolayısıyla toplumun her durumda
'saygı gören' kesimindendi. Hakkını yemeyelim, boş bir kız da değildi. İçinde
'kozmopolit, arkaik, postmodern' gibi kelimelerin geçtiği cümleler kuruyordu
sonuçta.
Efendime söyleyeyim, kamp programı
dahilinde Mardin'in taş evlerinden birini ziyaret edecektik. Gideceğimiz yer,
oradaki bir yerel yöneticinin evi olarak belirlenmişti. Gözde'nin üzerinde yine
kendisini 'aşırı sofistike' gösteren kıyafetler vardı. Oldukça kısa bir şort
üstüne giydiği ince askılı tişörtün üzerine şöyle bir saldığı yöresel örtü ile
Mardin sokaklarında salınırken çocukların 'hello, madam' filan demesi
karşısında gizli bir sevinçle karışık şaşkınlık yaşamıştı. Gözde, zengin de olsa
sonuçta Türk'tü ve her Türk gibi yabancılara benzetilmekten dolayı kıvanç
duymuştu. 'Ahh çocuklar biz de Türk'üz, merhaba merhaba' dese de çocuklar
ingilizcede bildikleri iki kelimeyi tekrar edip duruyorlardı. El sallama ve
baş okşama nöbetleriyle geçen kısa gezintimiz sonunda konuk olduğumuz eve
vardık. Sağolsunlar bizi çok iyi ağırladılar. Evin hanımı da toplumun beyaz
Türk olmasa da ‘sosyalist’ kimliği sayesinde toplumun sofistike kesiminde
kendine bir yer bulmuştu. Mardin’in havası suyu mimarisi hakkında yeterince
geyik yaptıktan sonra sıra ‘geri bırakılmış halk’a geldi. Herkes inanılmaz
üzgündü. Nasıl olur da toplumun bir kesimi bu kadar ihmal edilirdi? Sosyal
eşitsizlik nasıl olur da bir devlet politikası haline gelirdi?
Çocukların bu
kadar duyarlı olmaları karşısında elbette çok şaşırdım. Bir gün önce havuz başında
çılgınlar gibi eğlenirlerken bir yandan da demek ki bunları düşünmektelermiş meğer. Söz söyleme sırası Gözde’ye
gelmişti. Yöresel örtüsünü şöyle bir savururken bir yandan da şu cümleyi kurdu:
“İnanır mısınız bizi turist sanıyorlar. Üstümüzdeki kıyafetlerden olsa gerek.
Ama böyle böyle alışacaklar. Bizim gibi insanları göre göre normalleştirecekler
bunları” Gözde, birden Irak’a medeniyet götürmek için yola çıkan Bush’a
dönüşmüştü. Ben ise sıradan bir kot pantolon üzerine giyilmiş gömlekten oluşan
kıyafetimden utanmıştım. Evet neydim ben? Bu çocuklar toplum için birşeyler
yapmaya çalışırken ben ne yapmıştım? Kocaman bir HİÇ. Halbuki bi şort olsun
giyebilirdim.
Aradan yıllar geçti. Mardin’e yeniden
yolum düştü. Mardin her zamanki gibi büyüleyiciydi. Şu ‘gündüz mezarlık, gece
gerdanlık’ sözleriyle tasvir edilen meşhur manzarası önünde fotoğraf çektirmek
istedim. Karşıdan gelen ve dış görüntüsüyle turist olduğuna yemin edebileceğim
hanımefendiye ‘excuse me. Could you take a photo of me, please’ diyerek
fotoğraf makinemi uzattım. ‘Tabi ne demek, gülümseyin’ dedi. Fotoğrafımı çekti,
arkasından ‘hello, hello, madam’ diye bağıran çocuklarla birlikte yürüyerek
gözden kayboldu.
Aklıma bir anda Gözde geldi. Gözde’nin
idealleri gerçekleşmemişti. Mardin aynı Mardin’di. İnsanlar alışmamıştı. Yerel
halkı bırak ben bile henüz ayırt edemiyordum turistle Türkü. Başta benim ve
bütün Anadolu halkının daha aydınlanması için çok zaman gerekti. ‘Zavallı
Gözde’ diye düşünürken bir başka genç kız geldi ‘sorry, do you speak english’
dedi. ‘Yaaa bırak dalga geçme. Ben bilmiyor muyum Türk olduğunu. O numarayı bir
kez yerim’ dedim. Kız şaşkın şaşkın yüzüme baktı. ‘How can I go to the city
center?’ dedi. ‘Anaa valla turist galiba lan bu’ dedim. Üzerinde uzun bir
pantolon ve gayet sade bir t-shirt vardı.
Aklıma yeniden Gözde geldi. Kızcağız
‘Anadolu medenileşsin, geri kalmasın’ diye uğraşırken ecnebi buraya uyum
sağlamıştı. Yani kolay yolu seçmişti. İşte elin turisti ne anlar dıTürkiye’nin
gerçek sorunlarından. Türkün Türkten başka dostu yok arkadaş’ dedim kendi
kendime.
Karşıma yaşı yetmişi aşmış yüzü kırış
kırış bir teyze çıktı. “Ah be anacım yaşadığın çileler ,zorluklar yüzündeki
alnındaki yanağındaki çizgilerde saklı. Hayatın bütün yükü de sırtını eğmiş,
omuzlarını düşürmüş. Ah benim çileli Anadolu insanım” dedim, Gözde'yi düşünerek. “Yok oğul, o
çizgiler güneşten. Buranın havası kurudur, güneşlidir. Eee yaş da yetmişi geçti. Sırtımdaki kambur da
iltihaplı romatizma var bende ondan” dedi. Peki ya o gözlerindeki öfkenin ve umutsuzluğun
birbirine karıştığı derin bakış? diye sordum. "O da katarakttan" dedi. 'Ya teyze bi git örselen öyle gel" dedim. Gitti.
Gözde'ye ne mi oldu? Ne olacak ODTÜ'den sınıf arkadaşı Bora ile evlenip Cihangir'e yerleşmiş. Bazen yani çok nadiren o da işi gereği ihmal edilmiş Anadolu insanını düşünüp dertleniyorlarmış birlikte.
2 yorum:
Guzel yazi, tebrikler. Beyaz Turluk gostergeleriyle ilgili de bir yazi bekleriz sevgili yazar. Beyaz Turklugun alamet-i farikasi nedir? Bir bakista sip diye nasil taniriz beyaz Turkleri? Olmak isteyip de olamayanlar nasil taklit edebilirler?
İstemek başarmanın yarısıdır sevgili ömer. Çok çalışırsan yapamayacağın birşey yok:)
Yorum Gönder