24 Ağustos 2012 Cuma

Devlet hastanesinde refakatçi olmak (1)

Bir çok şey demektir ama en çok da plastik sandalye üzerinde geçirilen uzun saatler demektir. Yer, Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin dördüncü cerrahi bölümü. Altı hasta artı altı refakatçiden toplam oniki kişinin aynı anda nefes alıp verdiği, aynı boş bakışlarla birbirini süzdüğü kadınlar koğuşu, görüp görebileceğiniz, kalıp kalabileceğiniz en berbat koşulların hüküm sürdüğü hastane ortamıdır. Burada ameliyata girmek, mahkemeye çıkmak; taburcu olmak ise tahliye olmak demektir. Normal şartlarda ameliyat olmaktan biraz olsun çekinmez mi insan? Burada hastalar ameliyat olmak için can atarlar. Zira ameliyat demek biraz ağrılardan kurtulmak demekse biraz da koğuş ortamından kurtulmak demektir. Refakatçiler de bir an önce iyileşip çıkması için yakınlarının gözünün içine bakarlar. tahliye pardon taburcu olanlara kıskançlıkla, yeni gelenlere ‘Allah kurtarsın kardeş’ dercesine bakılır.

Şayet durumu çok ciddi değilse hastalardan bile zordur refakatçilerin durumu. Devlet hastanesinde refakatçi iseniz, “sizin hastanızın nesi vardı?”, “teyze ameliyat oldu mu?”, “teyzenin kızı mısınız, çok benziyorsunuz” şeklinde bıkıp usanmadan sorulan aynı sorulara cevap verir, doktorlardan, hemşirelere, stajyerlerden, hastabakıcılara tüm sağlık personelinin azarlamalarına maruz kalırsınız. 16-17 yaşındaki ergen stajyerlerin dahi yetmiş küsür yaşındaki teyzelere ve amcalara ‘senin dosyan nerde bakıyım?’ ‘miden ağrıyor mu hala?’, ‘kalk da serumunu takıyım’ şeklindeki senli benli muhatap olmalarına şahit olur bir süre sonra şaşırmaktan da vazgeçersiniz. Buradaki herkes o kadar meşguldür ki kibarlığa harcayacakları zamanları asla ve asla yoktur. Hemşirelere biraz korku, az buçuk mahcubiyet en çok da neden bilinmez ‘suçluluk duygusu’nun eşlik ettiği ve kesinlikle size ait olmayan bir ses tonuyla ‘pardon hemşire hanım benim hastamın serumu bitti de” şeklinde yönelttiğiniz soru-rica karışımı ifade buz gibi bir ‘bekle biraz’ cevabıyla karşılık bulur. Tırıs tırıs plastik sandalyenize geri döner, hemşirenin en ufak bir göz teması kurmadan gelip hastanızın serumunu takacağı anı beklersiniz.

Refakatçi olmayı katlanılır kılan yegane şey ise diğer refakatçilerin varlığıdır. Uykusuzluk, yorgunluk ve -yine nedendir bilinmez- suçluluk duygusunun eşlik ettiği benzer yüz ifadesine sahip refakatçiler topluluk psikolojisinden olsa gerek bir iki münferit vaka dışında adeta bir dayanışma içine girer. ‘Sizin hastanın nesi var’ şeklindeki muhabbete giriş cümlesi, ilerleyen saatlerde yerini ‘seninki birşey mi bizim onuncu gün oldu’, ‘sizin ameliyat açık mı olacak, kapalı mı?’ ‘başka kızı yok mu teyzenin?’ ‘şu karşıdaki teyzenin yanındaki kim? gelini miymiş? bak ne iyi gelinler var?’ şeklinde ifadelerin bolca geçtiği diyaloglara bırakır. Daha ilerleyen vakitlerde ise muhabbete çay-sigara molalarında devam edilir. Daha da ilerleyen vakitlerde sonrasında hiç görüşmeyeceklerini bile bile birbirinden telefon numaraları alınır, ‘ay mutlaka ara bak allasen’ sözleri eşliğinde. Ameliyattan çıkan teyzeler yüzlerine biraz kan gelir gelmez bekar oğullarına kız beğenir, asli görevlerini hatırlayarak. Zira bilenler bilir bekar oğlu olan teyzelerin birinci vazifesi kendilerine münasip bir gelin bulana kadar ilelebet mücadele ve mücahede etmektir.

Gecenin ilerleyen vakitlerinde refakatçi için en zor zamanlar başlar. Söndürülen ışıklar, gündüzki keşmekeşin yerini bıraktığı sessizlik, koğuşlardan arada sırada yükselen inlemeler, uyku zamanının gelip çattığını haber verir refakatçiye. Lakin uyumak için sahip olduğun tek şey normal zamanlarda yarım saat bile kesintisiz oturmayı tercih etmeyeceğin plastik sandalyedir. Önce ayağını hasta yatağının kenarına dayayıp uyumaya çalışırsın, ilerleyen saatlerde ise başını. Hasta yatağının kenarına gece boyunca önce ayaklar sonra baş, sonra yine ayaklar daha sonra tekrar baş dayanır dayanmasına da uyku denilen meret inat eder girmez bedene. Ayak-baş değiş tokuşunun ardından vücut iyice yorgun düşer ve tam uykuya dalacakken hemşire gelir serum değiştirmeye. Hemşirenin gidişi ile ayak-baş talimi yeniden başlar. Ve yine tam uykuya dalmışken bu kez temizlik görevlileri dalar içeri kovaları ve fırçalarıyla. Pes edersin. Ne hasta bekler sabahı. Ne taze ölüyü mezar! Ne de şeytan bir günahı. Benim nöbeti devralacak yakınımı beklediğim kadar!  dizeleri dökülür dudaklarından…

Hiç yorum yok: