Bir çok şey demektir ama en çok da plastik sandalye üzerinde geçirilen
uzun saatler demektir. Yer, Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin dördüncü
cerrahi bölümü. Altı hasta artı altı refakatçiden toplam oniki kişinin
aynı anda nefes alıp verdiği, aynı boş bakışlarla birbirini süzdüğü
kadınlar koğuşu, görüp görebileceğiniz, kalıp kalabileceğiniz en berbat
koşulların hüküm sürdüğü hastane ortamıdır. Burada ameliyata girmek,
mahkemeye çıkmak; taburcu olmak ise tahliye olmak demektir. Normal
şartlarda ameliyat olmaktan biraz olsun çekinmez mi insan? Burada
hastalar ameliyat olmak için can atarlar. Zira ameliyat demek biraz
ağrılardan kurtulmak demekse biraz da koğuş ortamından kurtulmak
demektir. Refakatçiler de bir an önce iyileşip çıkması için yakınlarının
gözünün içine bakarlar. tahliye pardon taburcu olanlara kıskançlıkla,
yeni gelenlere ‘Allah kurtarsın kardeş’ dercesine bakılır.
Şayet
durumu çok ciddi değilse hastalardan bile zordur refakatçilerin durumu.
Devlet hastanesinde refakatçi iseniz, “sizin hastanızın nesi vardı?”,
“teyze ameliyat oldu mu?”, “teyzenin kızı mısınız, çok benziyorsunuz”
şeklinde bıkıp usanmadan sorulan aynı sorulara cevap verir,
doktorlardan, hemşirelere, stajyerlerden, hastabakıcılara tüm sağlık
personelinin azarlamalarına maruz kalırsınız. 16-17 yaşındaki ergen
stajyerlerin dahi yetmiş küsür yaşındaki teyzelere ve amcalara ‘senin
dosyan nerde bakıyım?’ ‘miden ağrıyor mu hala?’, ‘kalk da serumunu
takıyım’ şeklindeki senli benli muhatap olmalarına şahit olur bir süre
sonra şaşırmaktan da vazgeçersiniz. Buradaki herkes o kadar meşguldür ki
kibarlığa harcayacakları zamanları asla ve asla yoktur. Hemşirelere
biraz korku, az buçuk mahcubiyet en çok da neden bilinmez ‘suçluluk
duygusu’nun eşlik ettiği ve kesinlikle size ait olmayan bir ses tonuyla
‘pardon hemşire hanım benim hastamın serumu bitti de” şeklinde
yönelttiğiniz soru-rica karışımı ifade buz gibi bir ‘bekle biraz’
cevabıyla karşılık bulur. Tırıs tırıs plastik sandalyenize geri döner,
hemşirenin en ufak bir göz teması kurmadan gelip hastanızın serumunu
takacağı anı beklersiniz.
Refakatçi olmayı katlanılır kılan
yegane şey ise diğer refakatçilerin varlığıdır. Uykusuzluk, yorgunluk ve
-yine nedendir bilinmez- suçluluk duygusunun eşlik ettiği benzer yüz
ifadesine sahip refakatçiler topluluk psikolojisinden olsa gerek bir iki
münferit vaka dışında adeta bir dayanışma içine girer. ‘Sizin
hastanın nesi var’ şeklindeki muhabbete giriş cümlesi, ilerleyen
saatlerde yerini ‘seninki birşey mi bizim onuncu gün oldu’, ‘sizin
ameliyat açık mı olacak, kapalı mı?’ ‘başka kızı yok mu teyzenin?’ ‘şu
karşıdaki teyzenin yanındaki kim? gelini miymiş? bak ne iyi gelinler
var?’ şeklinde ifadelerin bolca geçtiği diyaloglara bırakır. Daha
ilerleyen vakitlerde ise muhabbete çay-sigara molalarında devam edilir.
Daha da ilerleyen vakitlerde sonrasında hiç görüşmeyeceklerini bile bile
birbirinden telefon numaraları alınır, ‘ay mutlaka ara bak allasen’
sözleri eşliğinde. Ameliyattan çıkan teyzeler yüzlerine biraz kan gelir
gelmez bekar oğullarına kız beğenir, asli görevlerini hatırlayarak. Zira
bilenler bilir bekar oğlu olan teyzelerin birinci vazifesi kendilerine
münasip bir gelin bulana kadar ilelebet mücadele ve mücahede etmektir.
Gecenin
ilerleyen vakitlerinde refakatçi için en zor zamanlar başlar.
Söndürülen ışıklar, gündüzki keşmekeşin yerini bıraktığı sessizlik,
koğuşlardan arada sırada yükselen inlemeler, uyku zamanının gelip
çattığını haber verir refakatçiye. Lakin uyumak için sahip olduğun tek
şey normal zamanlarda yarım saat bile kesintisiz oturmayı tercih
etmeyeceğin plastik sandalyedir. Önce ayağını hasta yatağının kenarına
dayayıp uyumaya çalışırsın, ilerleyen saatlerde ise başını. Hasta
yatağının kenarına gece boyunca önce ayaklar sonra baş, sonra yine
ayaklar daha sonra tekrar baş dayanır dayanmasına da uyku denilen meret
inat eder girmez bedene. Ayak-baş değiş tokuşunun ardından vücut iyice
yorgun düşer ve tam uykuya dalacakken hemşire gelir serum değiştirmeye.
Hemşirenin gidişi ile ayak-baş talimi yeniden başlar. Ve yine tam uykuya
dalmışken bu kez temizlik görevlileri dalar içeri kovaları ve
fırçalarıyla. Pes edersin. Ne hasta bekler sabahı. Ne taze ölüyü mezar!
Ne de şeytan bir günahı. Benim nöbeti devralacak yakınımı beklediğim
kadar! dizeleri dökülür dudaklarından…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder