24 Ağustos 2012 Cuma

Şifonyer yapıp usta olmaya karar vermek

Nasıl ki bir konsere gittiğinizde ‘ben de bir enstrüman çalaydım fena mı olurdu’ şeklinde düşüncelere dalıp hemen akabinde kendinizi ‘efendime söyleyim bir ney üflerken veyahut ateş başında bir grup gencoya gitarınızla ‘akdeniz akşamları’ çalarken hayal edersiniz ya, ben bu ergen hayallerini aştım arkadaş. Artık daha sağlam hayallerim var. Usta olmak istiyorum ben usta, tamam mı?

Herşey İkea’dan parça parça alınan odunların evde birleştirilip gerçek bir şifonyere dönüştürülmesine katkıda bulunmamla başladı. Bu arada bu bile şifonyerin tam olarak ne olduğunu öğrenmeme yetmedi o ayrı. Şifonyer de “baldız, elti ve görümce’ gibi öğrenilip öğrenilip unutulan kelimeler listemde sonsuza kadar kalacak, hissediyorum.

Her neyse şimdi ben bu şifonyer denen zımbırtıyı öyle parça parça görünce ‘yok daha neler, bunlar şimdi böyle hem de bizim elimizde vidayla, zartla, zurtla biraraya gelecek de içine donlarımız olsun pijamalarımız olsun çeşitli eşyalarımızı koyacağımız bir ev eşyasına dönüşecek, ölme eşeğim ölme’ der demez şifonyerin sahibi arkadaşımdan rahatlatan açıklama geldi: “Yok valla öyle zor görünüyor ama bir saat bilemedin 1.5 saat sonra tamamdır, hem de çok eğlenceli”. ‘Hem de çok eğlenceli’ kısmına biraz kuşkuyla yaklaşsam da paçalarımı ve de kollarımı sıvayarak işe giriştim. Bu arada evde ustalar da aynı dakikalarda boya, badana, tesisat gibi işlerle uğraşıyordu. Ben bir yandan arkadaşımın ‘şimdi bunun tepesinde üç delik olduğuna göre iç tarafta kalan kısım bu olmalı, tombul başlı vidalardan takmak lazım buna’ şeklindeki önermesine ‘Anladımm’ ‘evet’ ‘inşallah’ gibi sözlerle karşılık verip aslında bir halt anlamadığımın üstünü örtmeye çalışırken bir yandan da kaçamak bakışlarla ve evet itiraf ediyorum kıskançlıkla ustaları izliyordum.

Biz iki acemi, hepi topu bir şifonyer ile uğraşırken onlar nasıl bir el çabukluğu, nasıl bir huzur ve nasıl bir kendine güvenle evin içini ‘gerçek bir yuva’ya çeviriyordu. Bir sanatçı edasıyla boya badana yapıyor, derviş misali sabırla sıva yapıyordu. Ahmet Hamdi Tanpınar ne de güzel söylemişti hem: “Kendi eliyle çalışmak ruhu tasfiye eder, insanı Allah’a yaklaştırır. Dikkatini elindeki işe verirsen temiz kalırsın!” Artık emindim, bu dünyada usta olmak vardı.

Tüm bu duygularla kendimi işime vermişken bir baktım ki o odun parçaları baya baya bir ev eşyasına benzemeye başlamıştı bile. Terapide gibiydim. Bütün gün ‘o onu demiş, bu bunu demiş’ hiiç biri yok aklımda. Aklım fikrim ‘üstte üç delik varsa onun üzerine gelecek kalasın altında da üç delik olmalı, Du bakayım aha buldum galiba’ filan. Ve o an karar verdim: Şifonyeri monte etmekten aldığım huzuru hiçbirşeyden almadım arkadaş. Şifonyer yapmıyor adeta Bob Ross’la resim sevinci yaşıyordum. Sonra şifonyer monte etmekle gerçek bir usta olmanın arasındaki o müthiş bağlantıyı keşfettim. Evet ustalığa bir adım atmıştım sanki. Ve hemen havaya girmeye başlamıştım bile. Parçaların kalitesizliğinden bahsediyor. İkea’nın monte aşamasını açıklayan broşürüne bok atıyordum. ”İstersen yarına hemen hallederim, sorun değil ama iki haftada yanlardan esneme yaparsa karışmam” şeklinde kapris kokan cümleler kuruyordum. Bir ara evin sahibine ‘bana böyle kullanılmayan bir kap getir’ cümlesini bile kurdum anlamsızca.

Sadece ben mi? Şifonyerin ve doğal olarak evin de sahibi olan o narin kız gitmiş, yerine ağzının kenarına yerleştirdiği çivi ile ‘bana ordan iki tane daha kap getir, köşelerin sağlam olması lazım ki potluk yapmasın, bunu böyle kompile çivilemek lazım’ diyen, kıvrak bir hareketle cebinden o envai çeşit vidalardan en ‘daha önce hiç görmediğim’i sıkıştırmaya yarayan zımbırtıyı çıkarıveren’ bir usta gelmişti. Biliyordum o da benim ve birçokları gibi aslında usta olmak istiyordu. Peki neydi usta olmayı hepimizin hayallerine yerleştiren şey? Ben ne olduğunu buldum lan sözlük. Biraz o ‘dünya yansa umursamaz cool’ havalarıysa en çok da ustaya müthiş bir karizma katan ‘kulak arkasına konulan kontrol kalemi’ydi. Evet oydu. Bir de dinlenmek için verilen molalarda evin sahibi tarafından ikram edilen çay, kurabiye duruma göre lahmacun.

Ben yine bütün bu duygularla kendimi işime vermişken ‘ee yeter be saat 10 oldu, hastamız var bizim. Çok ses yapıyorsunuz’ diyerek alt kattaki ev sahibi geldi. Derdi, gürültü filan değildi. Basbayağı kıskanıyordu. Çünkü o da usta olmak istiyordu…

Hiç yorum yok: